Haber ve Fotoğraf: Heval Yaşar
Her bir parçasında farklı yaşamlardan izler barındıran ve bir sürü hikâyeye ev sahipliği yapan dükkânında antika geleneğini yaşatan Ahmet Tarık Usta, antikacılığı “Bu işi 30 yıldan fazla süredir yapıyoruz. Bu kuşaktan kuşağa aktarılan bir gelenektir.” sözleriyle anlatıyor.
“Osmanlı döneminden kalan hamam tasları, Alman malı gazoz açacakları, Polonya malı ütüler, 1920-1930 dönemini yansıtan giysi kumaşları, yemek için kullanılan ilginç çatal kaşık aletleri, ismini bile bilmediğimiz birçok eşya, fotoğraf makineleri, aynalar, gramofon, bakır sürahiler ve tepsiler…”
Tokat’ın merkezinde bulunan Taşhan Hanı içerisinde küçük bir antika dükkânına giriyoruz. Tarih kokan bu eserler içinde birbirinden ilginç birçok eşyayla karşılaşıyoruz. Osmanlı döneminden kalan hamam tasları, Alman malı gazoz açacakları, Polonya malı ütüler, 1920-1930 dönemini yansıtan giysi kumaşları, yemek için kullanılan ilginç çatal kaşık aletleri, ismini bile bilmediğimiz birçok eşya, fotoğraf makineleri, aynalar, gramofon, bakır sürahiler ve tepsiler… En ilginci de eskiden sadece Türkiye Tokat’ta bulunan kendinden bakır sahan.
Bizi büyük bir samimiyet ve sıcakkanlılıkla karşılayan Ahmet Usta, kısa bir hasbihalin ardından antika hakkında bildiklerini anlatmaya başlıyor.
“Babam öyle deyince de dünyalar benim oldu”
Tarih içinde tarih olduğunu söyleyen Ahmet Usta, 1959 yılında Tokat’ta dünyaya gelmiş. Büyüklerinin Batum’dan Türkiye’ye gelmesinden sonra Tokat’a yerleşen Ahmet Usta’nın asıl mesleği ise ayakkabıcılık.
Emekli olduktan sonra babasının antikacılık mesleğine gönül veren Ahmet Usta, tutku haline gelen bu mesleği şu sözlerle anlatıyor:
“Antikacılık benim baba mesleğimdi. Babam 2000 yılında emekli olunca bana bu işi artık yapamayacağını söyledi ve ben de bu nedenle 2003 yılında emekli oldum. O heyecan ve sorumlulukla işlerin başına geçtim. Küçüklükten beri hem ayakkabıcılık yapıyordum hem babamın antikacı dükkânına da bakıyordum. Aslında hevesim ve merakım vardı. Babam öyle deyince de dünyalar benim oldu.”
Türkiye’de bir tek Tokat’ta bulunan kendinden bakır kulaklı sahan
Her biri ayrı ayrı tarih kokan bu eşyalar arasında 30 yıllık geleneği sürdüren Ahmet Usta “30 yıllık süre içerisinde rastladığınız nadide parçalara denk geldiniz mi?” sorusuna şöyle yanıt veriyor:
‘‘Biz bu işi 30 yıldan fazla süredir yapıyoruz. 30 yıllık süre içinde rastladığım en değerli parça Tokat’ın kendinden bakır kulaklı sahanıdır. İlk kez Sulusokak Antikacılar Çarşısı’na gittiğimde orada sadece Türkiye Tokat şehrinde bulunan kendinden bakır sahan ile tanıştım.
Sahan içinde yemek yapılan derin tabaklardır. Diğer şehirlerdeki sahanların kulpu sarıdır. Bizdeki kendinden bakırdır. Bu sahanı bir amcamızdan aldım. Bana dedi ki ‘Al bunu eve götür kalaylattır. Bu bir daha eline geçmez’. Eve götürdüm. Bu sahan içinde yemekler yapıldığında bizim eve gelen herkes yemeklerimizi yiyince çok şaşırırdı. Yaptığımız aynı yemekler ama sizin ki daha güzel oluyor derlerdi. Ben ondan sonra şunu anladım. Biriktirdikçe bazı şeylerin tek ve özel olduğunu, değerini ve kıymetini de anladık. Düşünsenize dünyada sadece sizde tek olan bir eşya var. Ne kadar özel değerli bir duygu.’’
Bu meslek için özel bilgi gerekiyor
Ahmet Usta, bu mesleğin özel bilgi ve yetenek gerektirdiğini de söylüyor. Birçok antika parçanın üzerinde pek çok farklı dilin olduğunu ve bu nedenle de özel bir bilgi birikimine sahip olunması gerektiğini vurguluyor:
‘‘Bazı şeyleri senin bilmen lazım. Çünkü bu meslekte bu geçerli. Örneğin; bir eser gelir üzerinde Farsça, Osmanlıca, Latince, Arapça yazılar ya da rakamlar yazılıdır. Bunların antikacılar tarafından bilinmesi gerekir.
Her eski eşya da bir antika değildir. Dükkan önünden geçen insanların hep şu sözlerini duyarım: ‘Bunlar anneannemde babaannemde vardı.’ Bundan 50 sene önce her şey kolay bulunmuyordu. Çünkü çeşit yoktu. Bir eşyanın da antika olabilmesi için o ürün nadir bulunmalı ve yüzyıldan fazla olmalıdır. Bir de iyi ürün olması gerekli ki gelecek nesillere taşınsın.”
“Herkesin evinde atasından yadigâr bir eşya olmalı”
İnsanların yaşam ve ölüm döngüsü devam ederken bir eşyanın sonraki kuşaklara aktarılması ve buna bu kadar değer verilmesinin doğru olup olmadığını sorduğumuzda ise;
‘‘Oturduğumuz koltuktan tutun da, duvardaki aynaya, yemek yediğimiz çatal bıçağa kadar her şey bize geçmişi yansıtan kültürlerimizdir. Herkesin evinde atasından yadigâr bir eşya olmalı. Çünkü burada değer yargılarımızı taşıyan bir eşya kuşaktan kuşağa aktarılıyor ve önemi de çok büyüktür. Elbette ki bu eşyalara değer verilmelidir.
Şimdi 61 yaşındayım ve bu geçen yıllar boyunca antika benim için bir aşk, bir heves, bir sevinçtir. Yani benim için her şeyi ifade ediyor. Baktıkça ömrüm artıyor.”