Haber: Ayşe Yaşar/Emrullah Çiftçi
Dünyanın en sismik bölgelerinden biri olan Türkiye, son yüzyılda binlerce can kaybına ve yıkılmış şehirlerin acısına sahne oldu. 1939 Erzincan depreminden 2023 Kahramanmaraş depremine kadar yaşanan büyük depremler, toplumda derin yaralar açtı. Fırat Haber olarak özellikle Marmara’da beklenen büyük depreme karşı kritik uyarılarda bulunan yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür ile söyleştik.
Türkiye, son yüzyılda 1930 Hakkâri, 1939 Erzincan, 1942 Tokat, 1943 Samsun, 1944 Gerede, 1970 Gediz, 1976 Van, 1999 Gölcük ve 2011 Van merkezli birçok büyük depremle ağır bedeller ödedi. Yakın tarihte yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremlerle de yüz binlerce bina yıkıldı, on binlerce insan hayatını kaybetti. Ancak bilim insanlarına göre bu tehlike hâlâ kapımızda.
Yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür, Fırat Haber ile gerçekleştirdiği özel söyleşide Marmara Denizi’nde 1766’dan beri büyük bir kırılma olmadığını hatırlatarak, “Kuzey Anadolu Fayı’nın kuzey kolu kilitli, 250 yıllık periyot doldu; 7.5 büyüklüğünde bir deprem kaçınılmaz” uyarısında bulundu.
“Türkiye’de yaklaşık 550-560 aktif fay hattı var”
“Zamanı geldiğinde bu faylar mutlaka yeniden deprem üretecek”
Prof. Dr. Naci Görür, Türkiye’nin deprem riskini jeolojik zaman ölçeğinde değerlendirerek, yüzeydeki değişkenliği değil, milyonlarca yıllık sürecin temel alınması gerektiğini vurguladı:
“Fayların güncel durumu olmaz; çünkü bu yapılar yaklaşık 14 milyon yıl önce oluşmuş ve milyonlarca yıl daha varlığını sürdürecek sistemler. Türkiye’de yaklaşık 550-560 aktif fay hattı bulunuyor. Bunlar arasında en büyükleri Kuzey Anadolu Fayı (KAF) ve Doğu Anadolu Fayı (DAF); her ikisi de levha sınırlarında yer alıyor.
KAF, Bingöl Karlıova’dan Yunanistan’a kadar uzanıyor ve yılda yaklaşık 2-2,5 santim batıya doğru hareket ediyor. DAF ise 2023 Kahramanmaraş depremlerinin yaşandığı hat. Türkiye, Arap, Avrasya ve Afrika levhalarının arasında yer aldığı için büyük bir tektonik baskı altında. Bu nedenle neredeyse her bölgesi faylarla kuşatılmış durumda. Zamanı geldiğinde bu faylar mutlaka yeniden deprem üretecek. Jeolojik zaman ölçeğiyle düşünüldüğünde, bu süreç kaçınılmaz.”
Marmara’da 3 kritik fay: “Bu faylar kilitli”
Marmara Denizi’ndeki fay hatlarının durumu hakkında yapılan araştırmalara dair konuşan Prof. Dr. Görür, şunları söyledi:
“Bizim yaptığımız araştırmalara göre Marmara Denizi’nde Kuzey Anadolu Fayı’nın kuzey kolunun aktif olduğu sonucuna ulaştık. Özellikle bu kolun 3 tane koldan oluştuğunu gördük. Bunlardan biri Adalar Fayı, diğeri Kumburgaz Fayı, bir diğeri ise Tekirdağ Fayı. Özellikle Kumburgaz Fayı’yla Adalar Fayı’nın birlikte kırılması sonucu 7.5’e varacak deprem olacağını, bu fay kollarının kilitli olduğunu düşünüyoruz ve deprem üretmeye yatkın bir durumdalar. Tekirdağ Fayı’nın ise 1912 Şarköy depreminde kırılmış olabileceğini düşünüyoruz.”
“Marmara Denizi’nde 7.5-7.6 büyüklüğünde bir deprem olabilir”
Marmara Denizi’nin “sismik boşluk” olduğuna dikkat çeken Görür, sözlerine şöyle devam etti:
“Marmara Denizi’nin bir sismik boşluk olduğunu düşünüyoruz. 1912’de denizin batısında Şarköy depremi olmuş; 1999’da doğusunda Kocaeli depremi var. İkisinin ortası Marmara Denizi ve 1766’dan beri deprem olmamış. Bu kuzey kol her 250 senede bir deprem yaptığına göre 1766’nın üzerine 250 sene koysak bugünlere geliriz. Bu da gösteriyor ki bu günlerde deprem bekliyor olmamız lazım. Bütün bunları göz önüne aldığımızda bizim düşüncemiz Marmara Denizi’nde 7.5-7.6 büyüklüğünde bir depremin olacağıdır.”
“Nisan ayında yaşanan 6.2’lik deprem, büyük Marmara depremi değil”
Marmara denizinde Nisan ayında meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki depremin, kamuoyunda yanlış algılara neden olduğunu vurgulayan Görür, bu depremin büyük İstanbul depremiyle ilişkili olmadığını ifade etti:
“Bu son olan 6.2’lik deprem, fayın 10-15 kilometrelik bir kısmını kırdı. Özellikle Kumburgaz Fayı’nın 10-15 km’lik kısmı kırıldı. Bu Kumburgaz Fayı 70 kilometre uzunlukta bir fay ve Adalar Fayı’yla birlikte 45 kilometrede Adalar Fayı var. Daha 100 kilometrenin neredeyse üstünde kırılmamış bekleyen fay var.
Yani dolayısıyla ‘fay kırıldı, İstanbul’da deprem bitti’ demek doğru değil. Bu çok dikkatli konuşulması gereken bir konu; insanları yanıltmamak gerek. Biz hazırlıklı olmayı öneriyoruz. Beklediğimiz fayın daha kırılmadığını, Kuzey Anadolu Fayı’nın büyük bir kısmının kırılacağını ve büyük bir deprem yaratacağını söylüyoruz.”
“Deprem bilinci yok, farkındalığımız yok”
“Deprem dirençli kentler yaratmalıyız”
Toplumsal farkındalık eksikliğini eleştiren Prof. Dr. Görür, deprem kültürünün hâlâ yerleşmediğini ve halkın büyük ölçüde duyarsız olduğunu da belirtti:
“Türkiye’de deprem bilinci yok; halkın depremle ilgili bilgisi ve farkındalığı yok. Deprem olduğu zaman, büyük kayıplar verdiğimizde belli bir süre için korkuyorlar fakat sonrasında hiç olmamış gibi günlük yaşamlarına devam ediyorlar. 21. yüzyılda depreme hazırlık, bilim ve gelişim konusunu hiç umursamamışız. Bu hayret edilecek bir şey: Biz kendi inancımıza bir bakıma iftira etmek kaydıyla, depremin Allah’tan geldiğini ve kaderimiz olduğunu söyleyerek saçma sapan bir görüşe varmışız.”
Genç yer bilimcilere çağrı: “Bilim evrenseldir”
Prof. Dr. Naci Görür, son günlerde birçok uzmanın farklı görüşler nedeniyle tartışma ortamı yarattığını belirterek, genç yer bilimcilere seslendi:
“Yaptığınız bilimin evrensel nitelikte olduğuna dikkat edin. Söylemlerinize, yazdıklarınıza, doğruluğunuza ancak uluslararası ölçütlerle karar verin. Bilimin değeri, uluslararası bilim insanları tarafından belirlenir. Çalışmalarınızı saygın, etki faktörü yüksek, hakemli uluslararası dergilerde yayımlayın. Unutmayın ki bilim bir millete ya da ırka bağlı değildir, evrensel niteliktedir. Bilim neredeyse oradan bilgi almak zorundayız.”
Türkiye’de tarih boyunca meydana gelen büyük depremler, yalnızca yıkıcı etkileriyle değil, aynı zamanda hazırlık ve bilinçlenme gerekliliğiyle de önem taşıyor. Prof. Dr. Naci Görür’ün işaret ettiği gibi Marmara Bölgesi’nde beklenen büyük deprem kaçınılmaz bir gerçek. Bu uyarılar, ilgili tüm kurumlar ve toplum için önemli bir hatırlatma niteliğinde. Depremin kader olarak görülmesi yerine, bilimsel veriler ışığında gerekli tedbirlerin alınması gerekiyor.