Haber ve Fotoğraf: Emre Alperen Borazan
Buram buram tarih kokan, antik çağlardan günümüze kadar uzanan ve birçok kültürün harmanlandığı, Elazığ’ın atası Harput, adeta bir açık hava müzesi edası ile günümüzde varlığını sürdürüyor. Tarih kitaplarındaki figürlere, efsanelere ev sahipliği yapan Harput’un yorgun tarihi boyunca birçok medeniyete ve hikâyeye ev sahipliği yaptığını biliyor muydunuz?
Kar mı Yağmış Şu Harput’un Başına
“Kar mı yağmış şu Harput’un başına,
Kurban olam toprağına taşına,
Henüz girmiş on üç on dört yaşına,
Küçük yaşta bir yar sevdim vay nenni,
O yârimin kaş gözü sürmeli aman,
Bir ah çeksem, karşıki dağlar yıkılır,
Bu gün posta günü canım sıkılır,
Ellerin mektubu gelmiş okunur,
Benim yüreğime hançer sokulur aman,
Benim yüreğime hançer sokulur aman…”
“Osmanlı’nın sancağı, tüm dünyanın tanıdığı Amerikan ve Fransız üniversitelerinin bulunduğu yer Harput…”
İsminin anlamı “Taş Kale” olan Harput, şehir merkezinden 220 metre yükseklikte yer alıyor. Tarihte birçok medeniyete ve efsanelere ev sahipliği yapan, Elazığ’ın kadim bölgesi Harput’u Fırat Haber okurları için araştırdık.
Harput’a dair bilgi almak için ilk durağımız, Elazığ’ın yerlilerinden olan 65 yaşındaki Burhanettin Aslan’ın yanı oldu. 1956 doğumlu Aslan, Elazığ’ın ve Harput’un dönüşümünü en yakın perspektiften deneyimleyen isimlerden. Sevecen tavrıyla bizi karşılayan Aslan, başlıyor Harput’u anlatmaya…
“Eski fotoğraflara da bakarsanız, çok büyük bir kültür değeri olarak günümüze ulaşmıştır Harput”
Aslan, yalnızca Harput’un değil, Harput Kalesi’nin de hikâyesini bizlerle paylaşarak adeta bir tarihçi gibi şunları dile getiriyor:
“Aslında tüm dünyanın tanıdığı, çok eski zamanlarda Amerikan ve Fransız üniversitelerinin bulunduğu yer Harput… Hatta Osmanlı’nın sancağı… Artuklular, Selçuklular…
Geçmiş zamanlardaki Osmanlı kültürünün izlerini hala Harput bölgesinde görebilmek mümkün. Harput bölgesi o dönemde de günümüz ile neredeyse aynı telaffuza sahip: ‘Harpote’.
Eski fotoğraflara da bakarsanız, çok büyük bir kültür değeri olarak günümüze ulaşmıştır Harput. Hatta orada bir kalemiz var: Harput Kalesi, namı-diğer ‘Süt Kalesi’. Roma, Bizans, Abbasiler gibi çeşitli toplumların savaşlarına tanıklık etmiş.
Kale, M.S. 11. yüzyılın sonlarına kadar Bizans hâkimiyeti altında kalmış. İç ve dış kale olmak üzere iki bölümden oluşan yapı, dikdörtgen bir plan üzerine kurulmuş. Dış kale genel olarak Harput bölgesinin etrafını çevrelerken, girişte de iki ayrı kapısı var. Kale içerisinde kayalar oyularak yapılan gizli geçitler, odalar, okul, bakırcı dükkânı ve Artuklu Cami yer alıyor.”
Aslan ile yaptığımız kısa sohbetin ardından, Balakgazi Parkı’nda yer alan seyir terasında Harput’a tepeden bakıyoruz. Manzarasıyla bizi büyüleyen bu parkta, Türkmen Komutan Belek Gazi’nin anısına ithafen 1965 yılında yapılan Balak Gazi Anıtı’nı da fotoğraflamayı ihmal etmiyoruz.
Elazığ’ın altını: Harpote’den Harput Kalesi’ne
Kale’nin girişinde yer alan bilgilere göre, burası M.Ö. 8’inci yüzyılda Urartu İmparatorluğu tarafından kurulmuş, M.Ö. 6’ıncı yüzyılda ise Perslerin hâkimiyeti altına girmiş. Menşei 4 bin yıl öncesine dayanan bu yapının, günümüzde gereken değeri görmemesi bizi oldukça üzüyor.
Kale uzaklaştıkça beyazlaşıyor evet, bunun da bir hikâyesi var: Bir rivayete göre, Kale’nin yapıldığı dönemde bölgede su kıtlığı hâkimmiş. Bunun üzerine dönemin beyi, halk tarafından yetiştirilen büyükbaş ve küçükbaş hayvanlardan elde edilen sütlerin, Kale’yi oluşturan taşları birleştirmek üzere hazırlanan harçta kullanılmasını istemiş. Bu nedenle Harput Kalesi’ne yaklaştığınızda sarımtırak bir renk alırken, uzaklaştıkça beyazımsı bir görüntüyle karşılaşırsınız.
Kale’ye girdikten sonra biraz ileride bir yapı dikkatimizi çekiyor. Burası ilk olarak su depolamak amacıyla yapılan, fakat daha sonra zindan olarak kullanılan bir yer. 33 metre derinliğe ve 66 metre uzunluğa sahip zindana, 78 basamak inerek ulaşıyoruz. Bu etkileyici ortamda, Harput Emiri Belek Gazi’nin, Kudüs Kralı II. Baudouin ile çok sayıda kontu ve şövalyeyi zincire vurarak hapsettiğini öğreniyoruz.
Saklı bir cevher gibi Süryani Meryem Ana Kilisesi
Harput’u gezerken, Kale’nin doğu kısmında, kayaların arasında başka bir tarihle karşılaşıyoruz: Süryani Meryem Ana Kilisesi.
M.S. 179 yıllarında inşa edildiği tahmin edilen Süryani Meryem Ana Kilisesi’nin ilk misafirleri Harput Kalesi’nin sakinleriymiş. Daha sonra Süryaniler burayı kiliseye dönüştürmüş. Dünyadaki en önemli antik kiliselerden olan ve günümüze kadar dayanan Kilise, yaklaşık olarak 20×8 metre boyutlarında inşa edilmiş.
Harput bölgesini ziyaret edenlerin ortalama yüzde 80’i, saklı bir cevher gibi Harput Kalesi’nin arkasında yer alan Kilise’nin varlığına dair bilgiye sahip değil. Haliyle ziyaretçi sayısı da düşük.
Yüzyıllarca çürümeyen ceset, başka bir efsane Arap Baba
Bölge merkezine yakın güney cephede kalan Arap Baba Mescidi ve Türbesi’ne doğru yol alıyoruz. Kapısında bulunan bir kitabeye göre burası, IV. Kılıçarslan’ın oğlu III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in talimatı ile inşa ettirilmiş.
Anlatılan efsanelere göre; bir zamanlar Harput bölgesi ve çevresine, bir yıl gibi uzun bir süre boyunca yağmur yağmamış. Halk kuraklığın verdiği korku ile telaş içine düşmüş, kıtlık kapıdaymış. Alaca Mescit’in yakınlarında yaşayan Selvi isminde bir kadın, rüyasında Arap Baba’nın başı kesilip de bir dereye atılırsa yağmurun yağacağını görmüş. Önceleri buna anlam veremeyen kadın, aynı rüyayı üst üste üçüncü kez görünce en sonunda Arap Baba’nın cesedinin başını gövdesinden ayırmış. Kesik başı dereye atmış ve gerçekten de yağmur yağmaya başlamış. Hem de ne yağmur… Bir türlü dinmek bilmeyen yağmur sonucu dereler taşmış, her yeri sel basmış. Yağmuru dört gözle bekleyen halk, bu seferde yağmur yüzünden mağdur olmuş.
Selvi kadın bu seferde rüyasında, Arap Baba’nın kesilen başı yerine konulursa yağmurun dineceğini görmüş. Arayıp bulmuş ve yerine koyunca yağmur da durmuş. Harputlular, bu olaylar sonrasında Selvi kadının korkunç bir hastalığa yakalanıp, günlerce ıstırap çektiğini sonra da öldüğünü söylerler.
Arap Baba’nın cesedi günümüze kadar çürümeden ulaşmıştır. Ceset aynı yerde saklanmaya devam ediyor. Fakat kısa bir süre öncesine kadar ziyaretçiler cesedi görebilmekteyken, günümüzde cesedin görülmesi uygun bulunmayarak tabut örtüsü ile gizlenmiş.
Bölgede gezerken tarihe ayna tutan bir kabartmanın hikâyesini duyuyoruz. Elazığ Arkeoloji Müzesi’nden aldığımız bilgilere göre; yapılan ağaçlandırma çalışması sırasında bulunan gizemli kabartma, bölgedeki yaşamın daha eski olduğunu kanıtlar nitelikte.
Yüksekliği 2,77 genişliği ise 2,42 metre olan kabartmanın üzerindeki ana tema, bir kalenin fethini temsil ediyor. Bunun yanı sıra, aşağıdan yukarıya doğru savaş ganimetlerinin ve çıplak şekilde resmedilen esirlerin kralın huzuruna çıkarılışını da gösteriyor. 4 ton civarında olan kabartma günümüzde Elazığ Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
Hükümdarın annesi bu caminin yapımında bizzat çalışmış
Harput’un hikâyeleri gezmekle, okumakla bitmiyor… Gezimiz esnasında Sarahatun Cami’nin hikâyesi ve ihtişamı dikkatimizi çekiyor.
Sarahatun Cami, 1465 yılında Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın annesi Sare Hatun tarafından mescit olarak yaptırılmış. 1585 yılında Harput müftüsü olan Hacı Ahmet Efendi tarafından tamir edilen, 1843 yılında da onarımla bugünkü halini alan Cami’nin yapımında, bazı rivayetlere göre Sare Hatun bizzat kendisi rol almış. Minaresi 1898 yılında tamamlanan Cami, bir külliye projesi olarak düşünülse de günümüze yalnızca Cami kısmı ulaşmıştır ve hala ibadete açıktır.
Harput Musikisi
“Osmanlı Kültür Coğrafyasında klasik şiirin geliştiği bölgelerden biri Harput’tur”
Musiki, kültürün nesilden nesile aktarımında en önemli unsurlardan biridir. Harput bölgesi de birçok farklı kültüre ev sahipliği yapmasıyla, musikinin gelişiminde önemli rol almış. Bu güzel bölgeyi daha iyi anlamak için müzik kültürüne odaklanmanın da yararlı olacağını düşündük. Bunun üzerine şu anda Hilalkent Mahalle Muhtarı olan Ali Dündar’dan bilgiler aldık. 1954 doğumlu ve Elazığ’ın yerlilerinden olan Dündar, Harput Musikisi’ne de gönül ve emek veren isimlerden. Ona Harput Musikisi’ni sorduğumuzda bize şunları anlattı:
“Her bir karışında faklı kültürel zenginliği barındıran, medeniyetlerin yuvası, Anadolu’nun kadim şehirlerinden Harput, beraberinde tarihin izlerini taşıyan maniler ile birlikte bizlere ulaşmış.
Rumeli ile Harput musikisinin bir bağlantısı olduğu düşünülse de çoğu eser yöresel ağız ile oluşmuştur. Harput Musikisinin uzun ve köklü tarihi, Türk müziği içerisinde önemli bir konuma sahiptir. Osmanlı kültür coğrafyasında klasik şiirin geliştiği bölgelerden biri Harput’tur.
Harput hem mimari yapısı hem de sanat ve kültürel hazinesi ile gelecek kuşaklara dopdolu bir miras bırakıyor ve yeni ziyaretçilerini de bekliyor.