Haber ve Fotoğraf: Büşra Turan
Kars’ın Arpaçay ilçesinde yaz aylarının gelmesiyle, yaylacılar hayvanlarıyla birlikte otlak alanlara çıkmaya başlar. Hem hayvanların otlak ihtiyacını karşılamak hem de kış aylarında tüketecekleri süt ürünlerini elde etmek üzere bir ya da iki ay yaylada yaşamlarını sürdürürler. Bölgenin yerlilerinden Hacer Turan, “Hayvanlarımız bizim geçim kaynağımızdır. Onların geçim kaynağı ise ottur. Köyde otlak alanlar az ve yetersiz olduğu için yaylalara çıkıyoruz” diyor ve ekliyor: “Yaylada zorlu günlerimizde oluyor. Sürekli soğuk olması ve uzun süre yağış olması bu sürede bizi zorluyor. Ama yayla çok güzel anılarımıza da şahitlik ediyor.”
Anadolu’nun bu kesimlerinde karın uzun süre yerde kalması nedeniyle otlak alanlar pek yetişmiyor. Özellikle hayvanlarını otlatmak amacıyla yaylaya çıkanlar, kaldıkları sürede sürekli tüketebilecekleri süt ürünlerini de elde etmeye çabalıyor. Bu nedenle yüzyıllardır çıkılan yayla serüveni her yıl yeniden başlıyor. Fırat Haber ekibi olarak bu serüvene dâhil olduk ve biz de yaylalara çıktık.
Arpaçay’da çok içten bir şekilde karşılanıyoruz. Köylüler bize misafir değil de ailelerinin bir ferdiymişiz gibi davranıyorlar. Buranın doğası ve doğallığı çok güzel. İlk gözlemlediğimiz şey kadınların hazırlık aşaması oluyor. Kadınlar el birliğiyle yaylada lazım olabilecek her şeyi çuvallara koyuyorlardı. Hanesi kalabalık olan yaylacılar için ekstra çadırlar aldılar. Sonra kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk demeden herkes eşyaları motorlara yükledi. Eşyaların ardından kümes hayvanları ve küçükbaş hayvanlar römorklara bindirildi. Artık tozlu yollar üzerinde yayla serüvenine doğru yolculuk başlayabilirdi…
İmece, dostluk ve şenlik: Tüm duyguların buluştuğu yayla günleri
Çay mı daha sıcak sohbet mi?
“Biz halay çekmeyi beceremeyiz”
Köylüler her yıl haziran ayının sonlarına doğru yayla hazırlığı yaparlarmış. Yayla evleri kerpiçten olduğu için her sene hasar alırmış. Yaylacılar birlikte hem evleri onarırlar hem de yaylaya on kilometre ötede olan komşu yaylanın suyunu el birliğiyle yaylaya taşırlarmış. Motorun sesinde bu bilgileri dinliyoruz orta yaşlı bir köylüden…
Yolculuk uzun ve zorlu geçiyor. İndikten sonra yine herkesi bir hazırlık telaşı sarıyor. Tüm yaylacılar kümes ve küçükbaş hayvanları belli olsun diye hayvanlarını rengârenk boyuyorlar. Bu ekibimizi çok etkiliyor; çünkü yayla alanı renk cümbüşüne dönüyor. Eşyalar indiriliyor, çadırlar kuruluyor, ateşler yakılıyor, çocuklar hem oyun hem yardım telaşında etrafta koşturuyor ve bir yandan da gün geceye dönüyor…
Doğanın eşsiz kokusu buram buram gelip bizi mest ederken, karanlığın ortasında yıldızlar arka arkaya sıralanıp gecemizi aydınlatıyor. Elektriğin olmadığı bu ortamda gaz lambaları ve mumlar ortaya çıkıyor. Bir yandan da ortada yanan ateşin ışığı karanlığı kırıyor. Ateşin etrafında toplanan yaylacılar başlıyorlar hoş sohbetlere. Semaverde içilen çay mı daha sıcak yoksa sohbet mi karar veremiyoruz doğrusu… Yüzlere vuran loş ışıkta herkesin yüzünde şehirden uzaklaşmanın verdiği huzuru ve mutluluğu görebiliyoruz. Sonra radyodan buralara ait türküler çalıyor, yaylacılar rakımın getirdiği oksijenin gücüyle hemen halaya tutuşuyorlar. Kimileri türküye eşlik ederken kimileri de alkış tutuyor. Bizi de çağırıyorlar halaya, “Biz halay çekmeyi beceremeyiz!” desek de kısa sürede kapıyoruz bu işi.
Sabahın ilk ışıklarında horoz sesleriyle uyanıyoruz. Belki de hayatımız boyunca ilk kez bu kadar derin uyumuşuzdur. Oksijen, doğallık bizi hem yormuş hem de bize huzur vermiş. Kahvaltımızı ediyoruz yufka ekmeklerle. Öğleye doğru çobanlar hayvanları yaylanın içine doğru bırakıyor. Herkes yine bir telaşeye düşüyor; kovalar alınıyor, ipler tutuluyor, şalvarlar giyiliyor ve başlanıyor sütler sağılmaya. Makinelere süt “vuruyorlar”, sobanın üzerine peynir koyuyorlar. Ardından ekmekler pişiriliyor. Çocuklara anneler babalar tembihlerde bulunuyor: “Gidin suları alın ama çok dikkat edin”. Biz de yakın bir yerden getireceklerini sanıyoruz, meğer suları 5 kilometre öteden taşıyorlarmış. Kadınlarda sırtlarına çıngırak takıp onlara eşlik ediyor. Şenlik havasında geçen serüvenimiz böyle devam ediyor.
“Yaylanın her şeye faydası var”
Bu güzel günlerin ardından yaylaya çıkışın 2. ayında tarım faaliyetleri başlarmış. Kışlık ot, sebze ihtiyacının giderilmesi için herkes çalışırmış. Bu hem hayvanlar hem de bizler için gerekliymiş. Yaylanın hayvanlar için önemini dile getiren emekçi Hacer Turan, “Hayvanlarımız bizim geçim kaynağımızdır. Onların geçim kaynağı ise ottur. Köyde otlak alanlar az ve yetersiz olduğu için yaylalara çıkıyoruz. Yaylada zorlu günlerimizde oluyor. Sürekli soğuk olması ve uzun süre yağış olması bu sürede bizi zorluyor. Ama yayla çok güzel anılarımıza şahitlik ediyor. Komşularımızla olsun diğer yaylacılarla olsun sürekli muhabbet etme imkânımız oluyor. Temiz havası sağlığımıza fayda sağlıyor. Hayvanlarımızdan sağladığımız süt, peynir, yağ gibi birçok temel ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz. Yaylanın her şeye faydası var. “ diyor şevkle.
“İyi yanları daha çok mutlu eder beni”
Aynı köyden olan ve dedesinden miras kalan yaylacılığı sürdüren Oktay Turan ise duygularını şöyle ifade ediyor: “Tüm köy olarak yüzyıllardır yaylalara çıkıyoruz. Yaylamız köyümüze uzak, motorlarla oldukça zorlanıyoruz. Özellikle yağış olduğu zamanlar ulaşımda zorlanıyoruz. Bu kesim çok fazla yağış alıyor. Bu da zaman zaman çadırlarımızın ıslanmasına, evlerimizin damlamasına ve yıkılmasına sebebiyet veriyor. İçme suyumuzu oldukça uzak yerlerden getiriyoruz. Fakat iyi yanları daha çok mutlu eder beni. Yaylanın akşamları oldukça huzur verir bana. Komşularımızla olsun, çobanlarımızla olsun mangal yapmak, sohbet etmek oldukça keyifli anlar yaşatır bize.“
Ekip olarak çok şey öğreniyoruz bu serüvenden. İnsanların dayanışması, sevgisi, çabası, emeği örnek oluyor hepimize. dönmemiz gereken işler nedeniyle erken ayrılıyoruz yayladan. bir dahaki yayla macerasında daha uzun kalabilmek dileğiyle helalleşiyoruz yaylacılarla…