Kayısı, demli çay ve birlikte güzelleşen hayatlar

0
367

Haber ve Fotoğraf: Şeyma Kürüm

Kayısı… Hiçbir maddi külfetle karşılanamayacak kadar zor, bir o kadar da huzur veren bir olay örgüsü ve mükemmel bir finalin konusuydu belkide. Emektar bir çiftçinin ağzından çıkan dört kelimeydi aslında. “Bizimkisi bir aşk hikâyesi.”

Soğuktu. Elinde yaklaşık iki metre uzunluğundaki saplı ucunda yeşil bir tenekenin takılı olduğu kürek ile gökyüzünün ayazına aldırış etmeden, su yollarının içinden kayısı bahçelerine götürmek için buz gibi suyun içerisinde taşları suyun önünden alıyordu; çünkü hangi ağaç sulandıysa onun önündeki suyu kesmek adına boşlukları taş ile dolduruyordu. Bu şekilde diğer ağaca su yönlendirmesi başlıyordu. Sulamalıydı bahçesini, sulamak zorundaydı. Eziyetli bir yoldu çaba gerektiriyordu. Derken, zaman toprağın hareketlenme zamanıydı. Toprak uykusundan uyanıyordu yavaş yavaş; yeşillenmeye başlıyordu dallar ve artıyordu çiftçinin omuzlarındaki yük. Çiftçinin iyi mahsuller alması için gereken bazı püf noktalar vardı. İlk önce vitamin alması gerekiyor ağaçların. Her ağacın köküne küçük ve büyükbaş hayvanların gübresi atılacak ve yaşlanan ağaçlar budanacak, hastalanan dallar arada ayıklanacak, kuruyan ağaçların yerine yenileri dikilecekti. Sonra bakım yapılacaktı, meyve dalında kötü olmasın diye. Yaprak açmadan başlıyor bakımlar. İlk etapta daha dallar kuruyken atılan tomurcuk ilacının ardından, adeta gelinlik giymiş ağaçlara çiçek ilacı atılıyor.

Çiçek yaprakları ağacın kökünü beyaza bürüdü. Yavaş yavaş yaprak uçları görünmeye başladı. Ağaçlara bir ilaçlama daha yapılacak gibi görünüyor. En önemlisi de belki buydu. Bahçenin içindeki çırpılar temizleniyor, bir kısmı yeşillenirken ağaç üzerinde, bir kısmı yok oluyordu bir kibritin ucunda. Yeni tomurcuklar ise hayata gözlerini açıyordu. Kocaman yapraklar arasında aynı renkte olan meyveler görünmüyordu artık. Bir yandan sulaması yapılırken bahçelerin bir yandan da meyvelerinin toplanması için hazırlık yapılıyordu. Tek geçim kaynağı kayısı olan çiftçinin ağzından; rızıktan öte yol yok, Mevla’m neler eyler, ne eylerse güzel eyler cümleleri sıkça duyuluyordu. Artık dönem altınlarını dallarından toplama vakti geldi. Çiftçinin yardıma en çok ihtiyacı olduğu zamanlar. Tek başına kocaman kayısı bahçesinde tek çalışamazdı. Kayısıyı tek başına toplayamayan çiftçiler çevre illerden mevsimlik çalışan işçileri getiriyor ve bu işçilerin yardımıyla meyveler toplanıyordu. Binlerce hikâye birleşiyordu tek bir hikâyede.Neden mi binlerce hikâye? Çünkü her gelen işçinin kendine göre ağır bir yaşam mücadelesi ve farklı hikâyeleri vardı. Kimi yetim, kimi öksüz, kimi ise belki kimsesiz ama hepsinin ortak kaygısı ekmek parasıydı… Üç sene önce bir aileyle tanışmanın mutluluğunu yaşadım. Zaten her sene onları büyük bir heyecanla beklerim. Üç sene önce Batman’ın köyünden gelen bir ailenin dört kız çocuğundan birisiydi Maşallah. Liseye gidememiş ve her dönem hangi sebze meyve, ekin çıkıyorsa il il mevsimlik işçi olarak çalışmış. Onunla ve kardeşleriyle tanışmam biraz son gün oldu ve ben onlara kitap hediye ettim, derken rüzgârda savrulan yaprak gibiydik o gece konu konuyu açtı. Semaverde güzel bir çay eşliğinde onlarla keyifli sohbetler ettik. Sohbetimizin konusu eğitime geldi. İki kız kardeşin okulla ilgili hevesleri vardı. O kadar güzel enerjileri vardı ki hediye ettiğim kitapları hemen okuyacaklarını söylediler. Geldi çaylar gitti çaylar; vakit öyle çabuk geçmiştiki gece yarısı olmuştu ve artık evlerimize dağılma vaktimiz de gelmişti…

Aradan üç yıl geçti ve tanıştığım bu aile ile halâ görüşüyorum. İki kardeş liseyi okumaya devam ediyor, küçük kardeşleri bilimsel alanda birincilikler elde etmiş ve doktor olmak istiyor. Birçok insanın kayısı için çıktığı yolda güzel anılar, güzel hikayeler biriktirmenin mutluluğudur tüm bunlar…

Tek tek iniyordu kayısılar dallarından, başlıyordu kayısının marketlerden evinize gelene kadar süren macerası!

Kayısı dallarının gölgesine artık altınlar dökülüyordu. Bir, on, yüz, bin ve milyonlarcası birer birer veda ediyordu evlerine. El emeğiyle tek tek yerden toplanan kayısılar itinayla kasalanıyor. Kasalar traktör römorkuna dizilip etrafı duvarlarla kaplı kükürt odalarına konuluyordu. İki gün oksijensiz ortamda kükürt dumanına bırakılan kayısılar, ikinci günün sonunda hava kararmaya başladığı andan itibaren islimden (kükürt odası) çıkarılıyor ve güneşe bırakılmak üzere brandaların üzerine seriliyor. İki gece, bir gün güneşte kavrulup ayaz yiyen kayısılar, ikinci günün sonunda tekrar toplanıp, kasalanıp, çekirdekleri çıkarılmak üzere eve getirilirler. Bir gün kasalarda bekletildikten sonra patik (çekirdekleri çıkartma) işlemi başlar. Patikler son kez ay ışığına emanet edilir. Seher vakti toplanan patikler, son evre olan satış öncesi depolanıyor sonra da satışa sunuluyor. Böylece çalışmaya gelen mevsimlik işçilerin ayrılık vakti de gelmiş oluyordu. Dolmuşun sağ ön camını indirip elveda eden çiftçi Hikmet amcanın söylediği son cümle kadar kıymetliydi hayat: “Rızkınızın hayrını görün evlat, her şeyden önce sağlığınıza dikkat edin.” Kayısı sezonu bu yıl için bitmişti. Gelecek sene çalışmak için yeniden insanlar gelecek ve yeni hikayeler yeniden başlayacaktı…