Haber: Şahnaz Yiğit
Fotoğraf: Arş. Gör. Erhan Kılıç
Köyde yaşam, şehir hayatından çok farklıdır. Aslında her günün aynı olduğu da söylenebilir. Sabah ve akşamları yıllar geçse de değişmez. Bambaşkadır köyde yaşamak. Tüm doğal güzellikler bir köyde mevcuttur. Dereleri, suları, dağları, gölleri, bağları, bahçeleri, havası doğası…
Yer tandırından yapılmış ekmekleri, çörekleri, eti, sütü, peyniri, yoğurdu, ayranı, yumurtayı, tereyağları tatmadan ve hangisini yaşamadan tadına doyulabilir ki? Bir başkadır köy hayatı. Sessiz sakindir. Havası tertemizdir. Güneş en güzel oralarda belli olur. Sabahları köydeki horoz sesleri, kuş cıvıltıları, yaramaz çocukları kovalayan köpekler köyü şenlik alanına çevirirler. Hele ki akşam olunca yıldızlar sanki yerdeymiş gibi görünür. Bu güzelliklerin yanında zorlukları da vardır elbet: mesela şehir hayatının sunmuş olduğu bazı teknolojik kolaylıkları bulamazsınız.
Sabah erken başlar
Sabah dört sularında başlar köy yaşantısı… “Ne, sabah dörtte kalkmak mı? Biz, o saatlerde uyuyoruz” dediğinizi, duyuyor gibiyim.
İlkbahar gelmeden, herkes ilk önce çoban aramaya başlar. Her aile ya da birkaç komşu birleşip iki çoban tutarlar: bir tanesi koyunlar için bir tanesi kuzular için… Hatta büyük baş hayvanları olanlar, üç çoban bile tutarlar. Durumu olmayan aileler, çocukları varsa kendi çocuklarını kuzu çobanı yapıyorlar, tabii o zaman da çocukların eğitimleri yarıda kalmış oluyor.
Sabahın sessizliğini köy çobanları bozar
İlk önce köy çobanları sabahın sessizliğini bozar. “Tabii, siz hani horozlar sabahın sessizliğini bozardı. İnsanlar horozların sesiyle uyanırdı” diyebilirsiniz. Ama onlar filmlerde, dizilerde olur. Köyde çalışan insanlar horozlardan bile önce kalkar. Horozların sesiyle kalkan kişiler genelde köyün tembel, uykucu kesimleridir! Hatta horozların sesiyle erken kalkanlar, yataklarından kalkıp horozları kovar, tekrardan yatağına geçip uyumaya çalışırlar.
Çobanlarla birlikte evin erkekleri tarlalarına çalışmaya giderler, sabah beşte evden çıkarlar. Akşam beşte de evde olurlar. Tabii ki bu çalışma aylarca sürüyor, hastalanma, dinlenme gibi şansları olmuyor. Bir gün bile dinlenseler, o yaptıkları hasat çöp olur. Saat altıyı gösterdiğinde, kadınlar ineklerini sağıp köyün ortasındaki inek toplanma yerine götürürler. Tabii, sabah uyuya kalıp ineklerin peşinden bağırıp, tüm suç sanki ineklerdeymiş gibi onları suçlayan, koşturan kadınlar her zaman vardır. Koştura koştura aceleyle eve gelip ekmek hamuru mayalarlar. Öyle beş ekmek, on ekmek değil, yüzlerce ekmek hamuru yaparlar. Hamuru mayalamaya bırakıp, kışın yakmak için dışarda kuruttukları tezekleri çekerler. Her sabah tezekler bitene kadar, bu iş ile meşgul olurlar.
Köyde yaşamak çok zordur
Evet, köyde yaşamak çok zordur. Köyde yaşayan insanlar hayatları boyunca çalışırlar. Yazları ayrı zor, kışları ayrı. Köy hayatı zorluklarına rağmen üretmenin mutluluğunu yaşatır insanlara…
Sabah erken kalkan kadınlar; demledikleri tavşankanı çayları içerler, ekmek üzerine koyup yedikleri yoğurt kaymakları ise olmazsa olmazları. Kalkıp kahvaltı hazırlayan anneleri avaz avaz bağırmadan, çocukların eve girmeye pek niyetleri olmaz… Onları çağırmasan, akşama kadar dışarıda kalabilirler.
Köy hayatının işleri, şehir hayatının işleri gibi sadece iki oda bir salondan ibaret değildir. Ekmeklerini kendileri yapar, kışın yakacaklarını belki de çoğu kişinin iğrenerek baktığı, hatta bakamadıkları koyun dışkısından oluşan tezeklerden yaparlar, hayvan bakarlar. O hayvanların etinden, sütünden ve gübresinden yararlanırlar. Asıl iş öğle saatlerinde başlar, koyunlar eve gelmeden, ekmeklerini yapmış olmaları lazım. Onun için ekmekleri yetiştirebilmek için nefes nefese kalırlar.
Koyunlar gelir, bir-iki kadın koyun sağar, biri koyunun başını tutar, bir çocuk da koyunu güder. En az üç kişi koyunlarla uğraşır. O günün sağılan taze sütünden peynir, yoğurt yaparlar. Yoğurt için kaynatılan sütten, bir bardak süt aşırmak için bekleyen çocukların, heyecanlarından bahsetmeyeceğim bile… En keyifli anlar bu anlardır. İşten sonra dinlenseler, dinlenebilecekleri en çok iki üç saat vardır. Öğlen yemeği yedikten sonra dinlenirler. Tabii rahat bir dinlenme yoktur.
Yer tandırından yapılmış ekmekleri, çörekleri, eti, sütü, peyniri, yoğurdu, ayranı, yumurtayı, tereyağları tatmadan ve hangisini yaşamadan tadına doyulabilir ki? Bir başkadır köy hayatı. Sessiz, sakindir. Havası tertemizdir. Güneş en güzel oralarda belli olur. Sabahları köydeki horoz sesleri, kuş cıvıltıları, yaramaz çocukları kovalayan köpekler köyü şenlik alanına çevirirler. Hele ki akşam olunca, yıldızlar sanki yerdeymiş gibi görünür… Bu güzelliklerin yanında zorlukları da vardır elbet: mesela şehir hayatının sunmuş olduğu bazı teknolojik kolaylıkları bulamazsınız. Kafalarında hep bir gün sonraki işi düşünürler.
Köyde yaşayanlar ayrıca paylaşımcıdırlar. Ektikleri ve biçtikleri otları, peyniri, yoğurdu, eti, sütü komşularla; şehirde yaşayan akrabalarıyla paylaşmayı da ihmal etmezler. Bu paylaşım biraz da “Yazık! Onlar şehirde, böyle taze süt, peynir nerde bulsunlar” merhamet duygularını yansıtan içten paylaşımdır. Şehirde yaşayanlar için gerçekten artık köy yumurtası, köy sütü, yoğurdu bulunmaz nimettir.
Bir köyün düğünü, tüm köylülerle şenlenir, hunharca, bir coşkuyla oynanır. Ama bir köyün taziyesi daha kalabalıktır. Tüm köyde yas beraber tutulur. Seven, sevmeyen beraber ağlar. Birkaç günlük yas süresince evlerden yemek, çay götürülür. Taziye sahibi, üzgün olduğundan kimse onlara yemek yaptırmaz. Akrabalar, komşular ve köylüler tarafından yapılan yemekler getirilir. Yas evinin temizlik ve ev işleri yapılır. Dışardan gelen misafirler de köylüler tarafından evlerine götürür ve yatılı ağırlanırlar.
Bunun bir de kışı vardır
Bunun bir de kışı vardır. Kışın pek evden çıkmazlar. Hayvanlarını evde bakıp beslerler. Kışı da zor geçirirler. Ahırda baktıkları koyunlar, kuzular, inekler aç kalmaya gelmez. Sanki onlar da kışın sıkılıyorlarmış gibi sürekli “meeleyip, moolayıp” dururlar.
Haa! Bir de kar yağınca siz köyün damlarını görün. Herkes kar temizlemeye çıkar dama… Hem dam temizleyip hem de damdan dama muhabbet ederler. Damlara bile çay servisi bile isteyebilirler. Köy insanları yazın ektikleri ve biçtikleri ürünlerden elde ettikleri paraları kışın harcarlar. Soba üstündeki kestaneleri, mis gibi kokusu ile her yere yayılan tarçın çayı, her şeye değer bence…
Unutmadan söyleyeyim: şöyle bir şey de var ki; köyde yaşamak ömrü uzatır…