Küçük salonlardan dünya sinemasına: Parazit

0
212

Yazı: Ayşegül Altunoluk

Bu değerlendirme spoiler (bir eserin konusu veya detayları hakkında bilgi veren; eser okunmadan, dinlenmeden veya izlenmeden önce öğrenilmesi durumunda alıcının eser ile ilgili düşüncelerini veya alacağı hazzı etkileyebilecek açıklama veya ipucu) içermektedir.

Tarihsel değişmez olgulardan biri olan sınıf eşitsizliği; kapitalist toplum yapısının sağlam yer edinmesiyle birlikte, bugün en üst seviyeye ulaşmış durumda. Açık/kapalı şekilde süregelen hiyerarşik düzen veya tahakküm sistemi, toplumda kendini sadece ekonomik anlamda değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel hayatta da gösteriyor. Aradaki uçurum gün geçtikçe de açılıyor.

Bu sınıfsal farklılığı, Parazit filminde Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho, klasik, tahmin edilebilir sayılabilecek bir girişle; ama seyirciyi şaşırtan simgesel ve betimsel hikâyesiyle ele alıyor. Eleştirel olmaktan ziyade bir ayna misyonu üstlenen, 2019 yılında Altın Palmiye, Altın Küre ve Oscar ödülleriyle büyük başarı sağlayan film, bu başarıyı gişeye de taşıyarak dünya genelinde 250 milyon dolardan fazla hasılata ulaştı. Böylece klasikler arasında da yerini sağlama almış oldu.

Filmin konusu

Farklı sosyal sınıflardan iki aileyi konu alan film, ekonomik ve sınıfsal eşitsizliği, varoluş sancılarını, ait oldukları sınıfların belirleyici özellikleri üzerinden ele alıyor.

Bodrum katta yaşayan ve alt sınıfı temsil eden, tek hayalleri yüksek bir dairede yaşamak olan Kim ailesi üyeleri işsizdir ve ekonomik sebeplerle çocuklar da üniversite eğitimi alamamıştır. Hayatlarını katladıkları pizza kutularından gelen gelirle sürdüren ailenin yaşamı, oğulları Ki-woo’ya gelen bir iş teklifiyle değişir. Üst sınıfı temsil eden Park ailesinin kızına özel ders vermek için işe kabul edilen Ki-woo,  sahte diploması ve statüsüyle, daha fazla gelir elde edebilmek için, sırasıyla ve türlü oyunlarla diğer aile üyelerinin de Park ailesi malikânesinde işe girmelerini sağlar. Gerçek kimliklerini gizleyerek, kız kardeşi Ki-yung’u çok iyi bir eğitim almış sanat eğitmeni Jessica olarak, şoförün kovulmasını sağlayarak, babası Ki-taek’i deneyimli bir şoför olarak ve son olarak anne Chung-shook da, evin ilk sahibinden beri çalışan emektar hizmetçisi Moon-gwang’ın kovulması sağlanarak işe alınırlar. Tüm aile üyeleri birbirine yabancı gibi davranarak Park ailesinin yanında çalışmaya başlar. Filmin isminin hakkını veren bu kurgudan Kim ailesi bir parazit gibi bulduğu yere yapışarak, hayatını sürdürmeye başlar.

Park ailesinin kampa gittiği bir günde, Kim ailesi evde eğlence yaparken, evin gizli sığınağında yıllardır eşini saklayan eski hizmetçi Moon Gwang’ın eve gelmesiyle beraber filmin seyri değişir. İki ailenin de sırlarının açığa çıkmasıyla, ortalık karışır. Aynı toplumsal sınıftan gelen bu iki aile de yerlerinin tehlikeye girmesinden korkmaktadır. Elde ettikleri bu insani koşulları kaybetme korkusu, birbirlerine karşı merhamet duygusunu da ortadan kaldırır. İki aile arasında çıkan arbedede hizmetçi kadın ölür ve eşi de Bodrum katta kilitli kalır. O gece yağan yağmurla beraber şehrin fakir sınıfının yaşadığı mahalleler su altında kalır, kanalizasyonlar patlar, eşyalar pislik içinde kalır. İnsanlar kurtarabildikleri eşyalarla beraber geceyi bir spor salonunda geçirirler.

Filmde yaşanılan semtler, mekânlar, yaşam şartları çok net çizgilerle yansıtılır. Her iki sınıfa ait ön yargılar ve stereotipler de çok iyi gösterilmektedir. Kim ailesinin üst sınıfa uyum sağlama çabası, Park ailesinin de kendini daha “Batılı” göstereceğini düşünerek sahip oldukları şartları daha yükseğe taşıma isteği, farkında olmadan mevcut habituslarını yansıtmaları, değişim için ekonomik koşulların değişmesinin yeterli olmadığını göstermektedir.

İşe alımlarda Batılı yer ve isimlerin verilmesinin yeterli olması, tavsiye edilen şirketin kartvizit kartının kaliteli olması, adı bilinen Batılı yerlerde eğitim alındığının söylenmesi, yansıtılan statüler ailenin güvenini kazanmak için yeterli oluyor. Yeme, içme, eğlenme herkesin habitus koşullarına göre şekillenmekte.

Yağmur, bir sınıf için romantizmi temsil ederken, diğer kesim için felakettir. Bir sınıf camdan izlediği yağmurla huzur bulurken, diğer sınıfta yaşam mücadelesi söz konusudur. Filmde sınıfsal farklılık en iyi şekilde koku ile tanımlanmaktadır. Yer yer hissedilen koku karşısındaki mimikler, söylemler aradaki uçurumu ve sınıfların birbirine bakış açılarını da yansıtmaktadır. Aile arasındaki samimiyetin kırılması da bu kokudan sonra olur. Mr. Park’ın aşağılayıcı üslupla yaptığı tanımlama ve mimikleri olayların seyrini de değiştirecektir.

Park ailesinin oğlunun doğum günü partisinde, gizli sığınaktan çıkan hizmetçinin eşi Geun-sae, Ki-yung’u öldürür. Chung-sook da adama saldırarak onu öldürür. Kriz geçiren oğlunu hastaneye yetiştirmek için, Mr. Park’ın ölen adamın altından arabanın anahtarını alırken sergilediği tavrı ve yüzündeki iğrenme ifadesi Ki-taek’i harekete geçirir ve tüm öfkesini Mr. Park’a yansıtmasına sebep olur. Ki-taek, Mr. Park’ı öldürerek ortadan kaybolur. Evin sığınağına gizlendiği anlaşılan Ki-taek’in, evin oğlu tarafından satın alındığı hayaliyle ve aslında bunun asla gerçekleşmeyeceğini gerçeği ile film son bulur.

Küçük salonlardan dünya sinemasına…

Filmin Güney Kore’ye dair bir hikâyeyi ele almasına rağmen, küçük salonlardan dünya sinemasına kapısının açılması, bu kadar büyük bir yankı bulması, aynı sınıfsal eşitsizliğin tüm dünyada var olmasından kaynaklanır. Daha önce de sınıfsal eşitsizliğe dair onlarca film çekildi. Fakat bu filmde meselenin sadece ekonomik yaşam koşulları değil, kişinin onuru, özgüven ve özsaygısının da ele alınması ve işlenmesi, sosyal ve kültürel öğelerinin yansıtılması, oyuncularının olağanüstü performansı, filmi klişe olmaktan çıkarıp klasikler arasına girmesini sağlayan temel sebeplerden biri. Karmaşık güç ilişkilerini ve yaşam alanlarını barındıran bir bütün olarak toplumu ele alan film, kesinlikle izlenmeye değer.