Haber: Büşra Erozan
Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde faaliyet gösteren ve 2007 yılında kurulan Radyo Fırat (89.2), birçok türde içerik ve kesintisiz müzik listeleri ile dinleyicilerine keyif dolu dakikalar sunuyor.
İçinde bulundurduğu okuma tutkusu ile Fırat Üniversitesi Tekstil Teknolojisi, Kimya Teknolojisi ve Kimya Mühendisliği bölümlerinden mezun olan ve Kimya Mühendisliği alanında Yüksek Lisans yapan Sibel Topuz aynı zamanda da Radyo Fırat’ın program sunuculuğunu başarı bir şekilde gerçekleştirmeye devam ediyor. 10 yıllık radyo programcılığı geçmişine sahip olan Sibel Topuz, radyo programcılığı ile ilgili merak edilenleri Fırat Haber Gazetesine anlattı.
Mezun olduğunuz bölüm ve şu an yaptığınız meslek birbirine uzak görünüyor. Birbirine uzak iki meslek seçmenizin nedeni nedir?
Meslek seçimi yaparken tam karar veremiyoruz. Bu işi yapabileceğimize ya da yapamayacağımıza tam olarak üniversitede karar veriyoruz. Yani bir bölümü okumuş olman o konuda yetenekli olduğun anlamına da gelmiyor. Okuduğun bölümü, yaptığın işi sevmen lazım. Ben sevdiğim işi yapıyorum. İlk okuduğum bölüm Tekstil Teknolojisiydi. Bu bölüm bittikten sonra yeniden sınava girdim ve Kimya Teknolojisi bölümünü kazandım. Daha sonra sırf öğrenci olarak kalabilmek için girdiğim sınavda Kimya Mühendisliği’ni kazandım. Tekstil Teknolojisi bölümünü okuduğum zaman üniversite radyosu ‘10’da 10’ sloganıyla yeni açılmıştı. Bir işe başlarken o işte ne kadar kalacağınızı tahmin edemiyorsunuz. Ben iyi bir dinleyiciydim ve dinlediğim şeyi aktarabilir miyim? düşüncesiyle başladığım bu yolda 10 yıldır ilerliyorum.
Sunduğunuz programların içeriğinden bahseder misiniz?
İnsanları sesimle ve anlatacaklarımla etkileyebileceğimi düşünüyordum. Fakat insan, işin içine girdikten sonra bu kadar basit olmadığını anlıyor. Radyoya 2009 yılının Temmuz ayında başlamıştım; ama özüme Aralık ayında döndüğümü söyleyebilirim. Mikrofonun başına geçtiğinizde bazen ağzınızdan çıkanı kulağınız duymuyor. Aralık ayına kadar ne dediğimi duymadım. Birkaç şarkı anonsu yapıp ısınmaya çalışıyordum. İlk aylarda programın adı ‘Sokağın Sesi’ydi. Sokağa çıkıp insanlardan ‘sevdiğiniz birine kendiniz bir şarkı armağan edin’ deyip ses kaydı alıyordum. Fakat kayıt cihazını uzatınca insanlar kaçıyordu. Kamera görünce kaçanı anlarım ancak ses kayıt cihazından kaçana da denk geldim. Sokağa çıkıp kayıt aldıkça insanlarla tanışıyorsun ve bu durum radyonun gizemliliğine aykırı bir durumdu. Şimdiki içeriğimiz şöyle: İlginç veya farklı bulduğum haberleri okuyorum, gündemi takip ediyorum ya da ilgimi çeken başka konular varsa anlatıyorum. Dinleyiciler de katılmak isterse katılıyorlar.
10 yıl öncesi ve günümüz radyoculuğunu karşılaştırırsanız neler söylersiniz?
Radyo temeli çok eskilere dayanan bir iletişim aracı. İnsanların ilgi alanlarının değişmesi ile diğer (gazete, dergi, televizyon vs.) mecralar gibi radyo da başkalaştı. Müziği seven zaten dinliyor. Nereden dinlediği konusunda da bir ayrışma oluyor. Reklamlardan rahatsız olan, programcının konuşmasından rahatsız olan, sadece kendi seçtiğim şarkılar olsun diyen dinleyici kitlesi genelde internet veya farklı platformlardan dinlemeye başladı. Fakat radyo dinleyicisi yaşı kaç olursa olsun dinlemeye devam etti. İnsanların eskisi kadar boş vaktinin kaldığına da inanmıyorum. Boş vakitlerini genelde sosyal medyada geçiriyorlar. Son zamanlarda şöyle bir güzellik oluyor. Radyo programı sunduğum için diğer radyocularla da iletişime geçiyorum ve yavaş yavaş eski radyo yayıncılarının da yayın yapmaya başladığını duyuyorum. Radyonun yeniden canlanacağına inanıyorum.
Her mesleğin sıkıntılı yönleri vardır. Radyoculuğun nedir?
Sevdiğin insan gibi sevdiğin mesleğin de nazını çekiyorsun. Konfüçyüs’ün bir sözü var; ‘Eğer sevdiğin bir işi yapıyorsan, hayatın boyunca bir kez bile çalışmış olmazsın.’ Ben sevdiğim işi yapıyorum. İşini sevdiğin sürece karşına çıkan zorluğun da üstesinden geliyorsun. Radyo programcısı olarak insanları mutlu etmeye çalışırsan kimseyi mutlu edemezsin. Ben mutlu etmeyi, mutlu olmayı düşündüğüm şekilde yapıyorum ve bu sayede pek fazla bir zorluğu kalmıyor. Kendi açımdan söylemek gerekirse ülkedeki üzücü haberlerin yayınını yaparken çok zorlanıyorum. Çünkü ben programımda insanların daha çok mutlu yönleriyle ilgileniyorum ve üzücü olayların yayınını yaptığım zaman çok üzülüyorum. O yüzden genellikle müzik çalıyorum.
Program esnasında unutmadığınız ilginç bir anınız var mı?
Bazen yayındayken istemsiz şeyler olabiliyor. Birkeresinde canlı yayın esnasında birden radyonun kapısı açılmıştı ve köfte siparişini getiren kişi ‘köfte isteyen oldu mu?’ diye seslenmişti. Yine bir seferinde programımızda bir yarışma yapıyorduk bir marka da sponsor olmuştu. Yarışmayı kazanana gömlek hediye edecektik. Katılımcıları telefon ile canlı yayına bağlıyor, yarışmada kısa kısa tekerlemeler söyletiyorduk. Bir dinleyicimiz yayına bağlanmıştı. Tekerleme söyletiyorum; fakat katılımcı ekşi yerine eşki diyordu. Düzeltmesi için çok çabaladım. Ancak doğru kelimeyi bir türlü söyleyemedi. Sonunda ben pes ettim. Yarışmacı da gömleği kazandı. Bu da böyle bir anı olarak zihnimde kaldı.
Radyo sunuculuğu yapmak isteyen kişilere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Radyoda çalışmak sabır gerektiren bir iştir. Radyo yayını yapmak isteyenlerin sohbet etmeyi, konuşmayı sevmeleri önemli. Beyazıt Öztürk’ün radyo yayınını nasıl yaptığını anlattığı bir konuşmasını dinlemiştim. Beyazıt Öztürk ‘r’ harfini söyleyemediği için sadece şarkı çalıyor ve mikrofonun önünde duruyormuş. Bu bir sabır, emek ve özveridir. Emek vermeden bir yerlere gelmek mümkün değil. Radyonun kapısından içeri girince de hemen radyocu olunmuyor. Bir radyo programını seçilen müzikler, radyocunun ses tonu ve söyledikleri devam ettirir. Bunlardan en az biri varsa gerisi de işin eğitimi alınarak zamanla oluyor.