Savaşın gölgesinde hayatlar: “Mauthausen Fotoğrafçısı”

0
720

Yazı: Ayşegül Altunoluk

Bu değerlendirme spoiler (bir eserin konusu veya detayları hakkında bilgi veren; eser okunmadan, dinlenmeden veya izlenmeden önce öğrenilmesi durumunda alıcının eser ile ilgili düşüncelerini veya alacağı hazzı etkileyebilecek açıklama veya ipucu) içermektedir.

Çağdaş insan tanımına uyan en eski fosiller yaklaşık 300 bin yıl öncesine dayanır; fakat dünya insanlık tarihi ortalama M.Ö. 3000 yıllarında Sümerler ve Mısır Uygarlığı ile başlatılır. İnsanlık arasındaki çekişmeler, güç ve çıkar çatışmaları da bu dönemlere kadar dayanır. İnsanlık tarihi sahnesinde en çok şahitlik ettiğimiz şey ise, insanın doyumsuz güç tutkusu ve bu arzu karşısında sınırları ne kadar zorlayabileceği ve zalimleşebileceğini gösteren savaşlardır.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni dünya düzeniyle modern toplumun temelleri atıldı; ancak bu yeni dünyada insan tutkularına esir düşmekten maalesef kurtulamadı. Savaşların bittiğini düşündüğümüz dönemde başlayan, insanlık tarihindeki en ölümcül savaş olarak nitelenen 2. Dünya Savaşı’nda milyonlarca askerin yanında siviller de hayatını kaybetti. Medeniyetin yükseldiğinin düşünüldüğü bu dönemde, bilinçli bir şekilde insanların açlığa, hastalıklara, soykırımlara ve katliamlarla ölüme teslim edilmesi, bu savaşın vahşetini de gözler önüne sermektedir.

Gerçek olayların ışığında bir film

Sinema dünyasının en bilindik ve popüler temalarından biri de savaş. Bu tarihsel trajedileri konu alan filmler -her ne kadar birçoğu propaganda, devlet çıkarları ya da yönetmenin kişisel görüşlerini içerse de-  seyirciyi olay örgüsünün içine çekmekle birlikte, toplumsal ve bireysel düzeyde de bilinçlenmeye ve araştırmaya yönlendiriyor. Nazi dönemi zulmünü anlatan Mauthausen Fotoğrafçısı buna örnek verebileceğimiz filmlerden biri. Yönetmenliğini Mar Targaeona’nın yaptığı film, gerçek olayların ışığında, toplama kamplarında yaşanan olayları, özellikle Avusturya’nın Mauthausen Toplama Kampı’nda yaşananları, esirlerden biri olan Katalanlı fotoğrafçı Francisco Boix’in karanlık kamp günleri üzerinden ekrana yansıtıyor.

Mauthausen Fotoğrafçısı, Hitler ve Nazizm’i konu alan filmlerin aksine, sadece Yahudilerin uğradığı soykırımı değil, farklı 40 ulustan 200 bine yakın tutuklunun da hikâyesini anlatıyor.

Fotoğrafçı, komünist militan olan Francisco Boix, direniş komitelerindeyken Nazi askerleri tarafından yakalanarak Avusturya’daki Mauthausen Toplama Kampı’na gönderilir. Fransızca ve Almanca bilmesi ve fotoğrafçı olması, kampta görevlilerle bir arada olmasını sağlar. Tercümanlık yapan ve fotoğraf laboratuvarında çalışan Boix, bu sayede birçok şeye şahit olur ve kamp alanlarında yaşananlarla ilgili deliller biriktirmeye başlar. Kısa sürede kamp içerisinde diğer İspanyollarla bir direniş ağı oluştururlar. Nazi askerleri tarafından çekilen fotoğrafların negatiflerini bir şekilde ele geçirir ve bunları farklı şekillerde muhafaza ederler. Negatiflerde kamplarda gerçekleşen işkenceler, infazlar, insanlara uygulanan deneyler, kampları ziyaret eden rütbeliler vardır. Savaş sonrası için delil olarak bunları saklarlar. Durumun farkına varan yetkililer, negatifleri bulmak için işkenceler yaparlar. Yapılan insanlık dışı muamelelere rağmen kimse konuşmaz. Savaşı Almanya kaybetmektedir. Delilleri ortadan kaldırmaya çalışan Nazi subayları kamp alanlarındaki dosyaları, fotoğrafları, kişisel eşyaları ve laboratuvarlarda kobay olarak kullandıkları insanları yakmaya, yok etmeye başlarlar. Türlü çabalara rağmen esirlerin sakladığı negatifler bulunamaz. Savaşın kaybedilmesiyle rütbeli askerler kamp alanlarını terk ederler ve kamp alanında hâkimiyet esirlere geçer. Saklanılan tüm negatifler toplanır. Boix, özgürlüğü fotoğraflarken, esirler kamp alanlarındaki büstleri, simgeleri yıkarlar, “tek halk-tek imparatorluk-tek lider” ideali yerle bir olur.

“İnsan, insanın kurdudur”

Film dönemin şartlarını ve psikolojisini çok iyi anlatmakla beraber, en belirgin ve öne çıkan öğesi, güç dengesi ve istencini bize çok iyi yansıtıyor. Özellikle esirler arasından seçilen nöbetçilerin, daha önce beraber oldukları arkadaşlarına karşı sert tutum ve tavırları, savaşın kaybedilmesiyle Nazi subayları ve komutanlarının sert tutumlarının yumuşaması ve masum olduklarına olan inançları bize güç psikolojisinin etkilerini gösteriyor. Psikiyatr Vicktor Frankl İnsanın Anlam Arayışı (2013) kitabında kamp anılarında, kendi aralarından seçilen arkadaşlarının, Nazi subaylarından daha sert davranmaya başladığından bahseder. Adolf Hitler’in dönemin siyasilerini ve rütbelilerini etkileyebilmesi ve devrin en ölümcül savaşına sürükleyebilmesini de bu güç istenci ile açıklamak mümkün. İnsan insanın yurdudur tezini savunsam da, tarihsel süreçleri düşününce, Hume “İnsan insanın kurdudur ” derken haksız değildi belki de. Güç istenci insanı insana yurt da kurt da yapabiliyor. Bizim tercihimiz evrensel değerler çerçevesinde insan olabilme ve yaşatma yollarını bulmak olmalı. İnsanlığı üst seviyeye çıkaracak tek güç bu olsa gerek.

Yaklaşık 90 bin insanın öldüğü tarihi-politik olayın izleri, Avusturya’nın Linz şehrinde Mauthausen Anıtı ve Holocaust’tan kurtulanların fotoğrafları ve isimlerinin sergilendiği müzelerde mevcut. Yolunuz düşerse, muhakkak ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Gidemeyenler için yaşananları tam olarak yansıtmasa da, umut ve direnişin kazanacağına dair ümidimizi canlı tutan, yer yer hüzünlendiren, yaşanmış çileli yıllara götüren bu film izlenmeye değer.